Dünyanın dört bir tarafında
kapitalist/emperyalist sistemin para kazanma ve halklara boyun
eğdirme hırsından kaynaklanan korkunç boyutlarda insanlık dramı
yaşanıyor. Bu dramın hiç kuşku yok ki en büyük pay sahipleri de
yerli işbirlikçiler. İşbirlikçilerin marifetleriyle yoksul ve
bilinçsiz halkın gözlerine kül üfürülüp ülkeler hem
işbirlikçiler hem de emperyalist/kapitalist dünya tarafından
çifte kavrulmuş olarak soyulup boyun eğdiriliyor. Dünyanın her
tarafında yığınlar çektikleri eza cefanın gerçek sorumluları
olarak yerli işbirlikçileri ve emperyalizmi görecekleri yerde,
etnik ve inanç çatışmalarının içine çekilerek birbirlerini
boğazlıyorlar. Bu korkunç boğazlaşmanın sonucu dökülen kanlar
sel olup nehirlere dönüşüyor. Ne acıdır ki bütün bu gerçekler
bile milyonların uyanışı için yetmiyor. Yığınlar egemenler adına
iktidar olan yöneticiler tarafından öyle uyutuluyorlar ki işte
onlar sanki bu acı konuma yönetenler tarafından düşürülmemişler
gibi aldıkları üç kuruşluk yardım karşılığında her biri kefen
giyen birer fedai olup çıkıyorlar.
AKP ve saray 15 yıldır iktidarda. 15 yıllık iktidarları mercek
altına alındığında görülecektir ki ne yapılmışsa yukarıda
söylediklerimizin ruhuna uygun olarak yapılmış. Sonucu belirsiz
bir rüyanın peşine takılan büyük bir kitle
emperyalist/kapitalist dünyanın planları doğrultusunda mevcut
iktidarı sahiplenmişler, yığınların bu hali gaflet içinde olan
iktidarı daha da bir yüreklendirdiği için işbirlikçi yöneticiler
de emperyalistlerin bir dediğini iki etmemişlerdir. ABD ve Batı
emperyalizminin kurduğu bu oyunda bir de bakmışız ki ülkemiz
yöneticilerine akla ziyan roller verilmiş. Şimdilerde pek
konuşulmuyor olsa da Kuzey Afrika'dan Çin Seddi'ne kadar
emperyalist/kapitalist dünyanın planlarına uygun olarak Recep
Tayyip Erdoğan BOP Eşbaşkanı olarak karşımıza çıkıvermiştir.
Dolayısıyla bu görevin gereği sözünü ettiğimiz coğrafyada AKP
iktidarının oynadığı rolün ne büyük acılara neden olduğunu asla
unutulmayacak şekilde tarih kaydetmiştir. Eşyanın doğası gereği
süreç nasıl işlemesi gerekiyorsa öyle işlemiş bölge ülkeleri kan
ve gözyaşı çukurunun içine itilmiştir. Doğal olarak kullanım
süreleri dolan şeyler nasıl çöp sepetine atılırsa kullanım
süresi dolan terör örgütleri ve işbirlikçi iktidarların da çöp
sepetine atılma günü geldiği için ABD tarafından kurdurtulan
terör örgütleri ortadan kaldırılmaya başlanmış, işbirlikçi
iktidarlara çekip gitme yolu görünmüştür. Bugün AKP ve saray
iktidarının panaroması budur.
Eskisi gibi emperyalist/kapitalist dünyadan rağbet görüp öne
çıkarılmayan Recep Tayyip Erdoğan'ın içine düştüğü konum
bilinmelidir ki bütün işbirlikçilerin kaçınılmaz yazgısı neyse
odur. İşbirlikçi olmaktan kaynaklanan nedenler yüzünden kuşku
yok ki bugüne kadar uygulanan dış politikalar hem AKP
iktidarının hem de Recep Tayyip Erdoğan'ın çamura saplanması
sonucunu doğurmuştur. Üstelik bütün namlularını Türkiye üzerine
doğrultan emperyalistler bu denli laçkalaşmış politikalara imza
atan bir iktidarın konumunu da dikkate alarak ülkemize yönelik
operasyon ve amaçlarına da hız kazandırmıştır. Recep Tayyip
Erdoğan'ın iktidar koltuğuna oturduğu günden bu yana izlediği
politikaların hemen hepsinin birbiriyle örtüşmediğini görüyoruz.
İçerde ve dışarda atılan adımların hüsranla sonuçlanması
yüzündendir ki Sayın Erdoğan çok büyük kızgınlıklar yaşamakta bu
durumunu da hemen her olayda dışa vurarak işleri daha da bir
içinden çıkılmaz hale getirmektedir.
Bugüne kadar bu iktidar tarafından kimler dost ilan edilip hemen
kısa bir süre sonra da düşman olarak gösterilmemiştir? Bu konuda
sayısız örneğimiz var. Irak, Libya, Mısır, Yemen, Suriye, Tunus
ve diğer Arap ülkelerine karşı izlenen politikalar bu bağlamda
ortadadır. İsrail ile kısa aralıklarla yaşanan politikaların
sonuçları da belleğimize silinmeyecek denli açıkça kazınmıştır.
Köklü bir politika izlemekten yoksun olanların acınacak sonucu
AKP ve saray iktidarının da yazgısı haline gelmiştir. Bu yüzden
de herkese parmak sallamak zorunda kalan Sayın Erdoğan'ın
şimdilerde geldiği nokta dün oyunları birlikte kurduğunu sandığı
ABD, Almanya ve diğerleri ile çatışma noktasına sürüklenmiştir.
Kudüs sorunu nedeniyle de İsrail'le yaşanan olay ve olgular
paralellik arz etmektedir. Gazetelerin başlığına baktığımız
zaman her yere tehditkâr üslupla söz yetiştiren Sayın Erdoğan'ın
tutum ve davranışlarının beş beterini de iç politikada
görmekteyiz. Hem dışarıdakinin beş fazlası demokrasinin rafa
kaldırılması, hak ve özgürlüklerin kullanılamaz hale gelmesi,
hak-hukuk-adalet kavramının bir yana itilmesi ile birlikte
faşizan uygulamalara geçilmiş bulunmaktadır.
Herkesi terörist gören ve de herkese terörist muamelesi çeken
bir iktidarın öfke nöbetlerinin yabancısı olmadığımız için
şaşırmıyoruz şaşırmasına da, olanlar yine yoksul halkımıza ve
ülkemize olduğu için de demokrasi güçlerinin sağlıklı bir
mücadele ortaklığında birleşmesi gerektiğinin döne döne altını
çiziyoruz.
Bir önemli notla yazımı bitirmek istiyorum.
Nuriye Gülmen ve Semih Özakça'nın bedenlerini açlığa yatıralı
140 güne geldi dayandı. Bugün açlık grevinden vazgeçmiş bile
olsalar eski hallerine dönmelerinin olanaklı olmadığını iyi
biliyoruz. Evet, yukarıda sözünü ettiğim iktidar tarafından
işlerinden edildiler ve insanca çalışıp yaşamlarını sürdürme
hakları ellerinden alındı. Hiç kuşku yok ki bu yapılanlara karşı
sonuna kadar mücadele edilmelidir, ancak seçilen mücadele
biçimini bizim politik anlayışımıza göre bu sözleri içim
acıyarak yazıyorum; çünkü her iki güzel insan da ölümün
eşiğindedir ancak doğru bulmuyorum. İstiyorum ki an an, dakika
dakika, saat saat Nuriye ve Semih kardeşimizden açlık grevini
bıraktıklarına dair bir haber gelsin. Bir haber gelsin, çünkü
ortada çekilen acılardan insanlık adına ders çıkaracak bir
iktidar yoktur. Ayrıca açlık grevi yoluyla bedenlerin ölüme
yatırılmasının da ilericilere, devrimcilere ve sosyalistlere
kazandıracağı bir şeyin olmadığını geçmişte yaşanılanlardan çok
iyi bilinmektedir.
Soruna bir de bu açıdan bakılması ve kim ya da kimler bu iki
güzel insanları ikna edecekse bir an önce harekete geçmesi
gerekir diyorum.
Çünkü yarın çok geç olabilir…