Solda yer alan siyasi yapıların
her biri kendi öğretisel doğrultusunda bir yol tutturmuş
gidiyor. Bunda şaşılacak bir şey yok. Yok, çünkü bunca yapı pek
çok konuda farklı farklı düşünüyor ki, farklı farklı da çözümler
gündeme getiriyor.
Türkiye Sosyalist İşçi Parti (TSİP) olarak geniş emekçi
yığınlarının örgütlenmesi gerektiği konusunda bir diyeceğimiz
olamaz. Olamaz, çünkü ses getirecek, gidişata müdahale edecek
bir güce sahip değilseniz oyun dışı kalacağınız da muhakkak.
Sosyalist bir partinin örgütlenme çalışmalarını bile
gerçekleştirmek için onca olanaksızlıklarla karşı karşıya
kalmamız yüzünden ne durumda olduğumuz da çok açık.
Örgütlenmekle olanaklar sağlamak arasındaki bağı da bilmiyor
değiliz. Ve zaten örgütsüzsek amaçladığımız hedefi de asla
gerçekleştiremeyiz. Başka şekilde söylersek; burjuvazi ile
girdiğimiz savaşı kazanma olanağımız yoktur. Somut gerçeklik bu
kadar aleyhimize bile olsa yine de 2019 seçimleri bizi
ilgilendirmez, biz işimize bakalım da diyemeyiz. İşte o zaman;
TSİP olarak amaçlarımız doğrultusunda dünden bugüne ödünsüz
davrandık, davranmaya da devam edeceğiz. Sosyalist solda onca
zorluğa karşın varlığını sürdüren bir parti olarak sosyalizm
öğretisinin bize öğrettikleri gerçeğinden hareketle bilimi
kendimize rehber edinerek amacımız doğrultusunda kavgamızı
sürdüreceğiz.
Türkiye’de egemen güçler toplumu nasıl baskı altında tutup
kıpırdayamaz hale getirdiler? Neden 12 Eylül 1980 faşizmi
yığınların önüne Türk/İslam sentezi karışımı bir aşureyi koyarak
adım adım aydınlığı yok edip karanlığın kapısını sonuna kadar
açtı? Aslında konunun anlaşılmayacak bir yanı yok. Çünkü bütün
gerici rejimler aydınlıktan ölümlerinden korkar gibi korkarlar.
Bilirler ki aydınlanmış bir toplum gerçekleri çok daha kolay
kavrar, kendisi için seçenek olacak kurtuluş yönünde arayışa
girer. Bu yüzden de aydınlanmanın önünü kesecek olan dinci
gericilik 12 Eylül faşistlerince başlatıldı, devam eden
iktidarlarca da önü kesilmeden devam ettirildi ve hatta üstüne
fazlası da konularak laiklik hedef tahtasına oturtuldu. Bu andan
başlayarak da okullarımız giderek bilimsel eğitimden
uzaklaştırıldığı gibi bilimsel eğitime karşı bir seçenek olarak
imam hatip okulları arka arkaya açılarak dinci gericiliğin alt
yapısı döşendi. Bu da yetmedi normal cumhuriyetin okulları da
dini ağırlıklı bir müfredat programı ile bombardımana tutuldu.
Sözünü ettiğimiz gidiş AKP ve saray iktidarı ile birlikte tavan
yaptı. Bu nedenle de Cumhuriyet Türkiye'si hızla karanlığın
içine itilmiş oldu. Bunları söylerken emek kesiminin nelerle
karşılaştığını yazmıyoruz bile.
Bu tür oldu bittilere karşı toplumun ilerici, devrimci, demokrat
ve sosyalist çevreleri elbette teslim olmadılar, mücadele
ediyorlar. Bu yönde öğrenci velilerinden, aydınlara, demokratik
kitle örgütlerine ve siyasi partilere kadar pek çok kişi kurum
ve kuruluş eylemli bir mücadele içinde. Ancak dinci gericiliği
püskürtmek için yeterli olmadığımız da yaşadıklarımızla birlikte
önümüzde duruyor. Gerçekler bu olunca da konu gelip örgütlü
olmak ve yetmez yığınsal bir güç haline gelmemize gelip
dayanıyor. Tek tek yeterince örgütlü olmadığımızı söylüyorum,
ancak hep birlikte de bir kıymeti harbiyemiz yok. Yok, çünkü
demokrasi güçleri olarak birlikte hareket edemediğimiz gibi
birlikte olabilmek için yeterince tartışma ve sorunların
üstesinden gelmek için de bir kültür birikimine sahip değiliz.
Şu an herkes kendine göre bileği bükülmez en, en devrimci örgüt
olarak kabul ediyor kendisini. Bir araya gelenler bile gerçek
tehlikeleri bertaraf etmek ve iktidar olmak için değil, küçük
hesaplar için birbirlerine tahammül ediyor görünüyorlar. Deyim
yerindeyse içi beni yakar, dışı seni yakar kuralı işliyor. Bu
yüzden de en olabilecek konularda bile farklı düşünüldüğü ne
edilip ediliyor öne çıkarılıyor. Bu davranış bazen de olağan
olmayan yöntemlerle sürdürülerek daha güçlü bir demokratik
Güçbirliği oluşturulmasının önünü kesiyor.
Türkiye’de karşılaştığımız ve de böyle giderse karşılaşacağımız
tehlikelere işaret ederek yığınları uyanık olmaya çağırıyoruz.
Bu gerçeklerden yola çıkarak diyoruz ki, Türkiye’de dinci,
gerici faşist bir diktatörlük var. Bunu söylerken de asla bu
yaşadıklarımızı kapitalist sömürü sisteminden bağımsız
düşünmüyoruz. Bu yüzden de faşizmin, demokrasi güçleri olarak
gördüğümüz güçlerin birlikte davranarak yıkılacağının altını
kalın çizgilerle çiziyoruz.
Tam da bu aşamada topluma nasıl sosyalist seçenek sunulacağının
daha doğrusu sunulamayacağının kuramını yapmaya kalkışmanın
kuramsal olarak sekter, eylemsel olarak ise sağ bir davranışla
üst üste oturacağını söylüyor, TSİP olarak faşizme karşı
izlenmesi gereken yola bir kez daha, bir kez daha, bir kez daha
döne döne işaret ediyoruz. Yaşadıklarımız bu kertedeyken CHP
için nasıl bir düzen partisi olduğu analizlerini yapanları da
dolaylı da olsa AKP ve sarayın ekmeğine yağ sürdükleri için
ellerimiz patlayıncaya kadar alkışlıyoruz.
Sözü bitirirken de AKP ve saray iktidarına karşı mücadele
etmenin salt bunlarla sınırlı olmadığını, aynı zamanda da
emperyalizm ve kapitalizm karşıtlığı olduğunu da yeri gelmişken
anımsatmadan geçemiyoruz.
Herkesin seçeneği kendine de diyemiyoruz, çünkü bu mücadelede
değil örgüt bir kişinin bile dışarda kalması lüksümüz yoktur…